17/07/2011
12 Haziranın üzerinden tam 36 gün geçti evimizin neşe kaynağı olan Mehmet Ali’nin bizleri karşısında görünce verdiği gülücükler bizlere mutluluklar tattırıyor. Ancak aynı süreçte toplum olarak seçimler bitmesine rağmen yaşamamız gereken huzur ve mutluluğu toplum olarak yaşayamıyoruz. Nedeni ise yıllardır gücü elinde bulunduranların siyaseti, hukuku ve adaleti kendilerine göre yorumlamalarından kaynaklanmaktadır.
Sizleri 9 yıl öncesine götüreceğim ve siyasi liderlerimizden birinin gazetelere verdiğ açıklamasının noktasına ve virgülüne dokunmadan aktaracağım. “Bugün 20 Eylül 2002. Türk demokrasi tarihine geçecek bir gün. Bugün milletin vicdanı ağır bir yara aldı. Ama kimse müteessir olmasın. Bu yara elbet sarılacaktır... Biliyorsunuz, mahkemeler Türk milleti adına karar verir. Öyleyse kararlar millet iradesine uygun olmalı, maşeri vicdanı yaralamamalıdır. Yasal olan ile meşru olanı birbirinden koparan, vatandaşlık hukukunu çiğneyen uygulamalar, Türkiye’nin büyüme ve gelişme iradesini durduramayacaktır...
Ne olursa olsun, bizim demokrasi ve hukuk zeminindeki mücadelemiz sürecektir... Başıma gelen bu haksızlıklardan dolayı devletime küsmem, kızmam ya da kırılmam söz konusu değildir... Aziz milletim bilmelidir ki, bu süreçte ben değil milletimizin iradesi engellenmek isteniyor... Yasaklarla milletin ak bahtını karartmak isteyenler bilsin ki, korkuların ve yasakların hakim olduğu bir Türkiye’de kaybeden ben olmuyorum, tüm Türkiye oluyor... Bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da gayretimizin tamamını Türkiye’de güven duygusunun sağlamlaşması, Edirne’den Hakkari’ye ülkenin selameti ve devletimizin dünyadaki itibarı için harcayacağız. Hiçbir zaman milletimize bedel ödetmeyeceğimiz gibi devletimizin de tartışma konusu yapılmasına rıza göstermeyeceğiz. Bu yolda husumete yer yoktur” Evet, Bu sözleri 20 Eylül 2002 tarihinde YSK tarafından milletvekilliği veto edildiğinde Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sarf etmiştir.
Türkiye’de demokrasi tarihine geçecek günler sadece Sayın Başbakanın milletvekilliğinin vetosu ile sınırlı değildir. Yapılan hukuksuzluklar süreklilik arz etmeye devam etmektedir. Sayın Başbakan 2002 de kendisine yapılan vetoya tepki gösterirken 2003 tarihinde ise neyin karşılığında seçimlere girerek Başbakan olmasını sağlayan Siirt seçimlerinin nasıl gerçekleştiği hala karanlıktır. 12 Haziran 2011 yılında yapılan Genel Seçimlerinde YSK tarafından veto edilmeyen üstelik halkın özgür iradesi ile milletvekili seçilen 8 vekilin tutukluluğunun devam etmesi burası Türkiye dedirtmektedir. 2007 yılında terör suçunda tutuklu olan Sebahat Tuncel ile 12 Haziranda milletvekili seçilen 8 vekilin ne farkı var? Tek fark seçilen 3 vekilin Ergenekon davasından yargılanmalarıdır. Benim tahminim Ergenekon’dan yargılanan 3 vekil olmasaydı şimdi 5 KCK çoktan yeminlerini etmişlerdi.
Bu arada Hatip Dicle seçimine değinmek isterim. Şöyle ki Hatip Dicle Hakkında 1 yıl 8 ay cezasını onayan 9.Ceza Dairesi üyesi Halim Aşaner’in aynı zamanda YSK Üyesi olması çok manidardır. YSK üyesi Halim Aşaner 9.Ceza Dairesinde aldıkları kararı gerekçe göstererek Hatip Dicle’nin adaylığı veto edilmiş olsaydı kimsenin sesi çıkmayacaktı. Ondan sonrada Ergenekon davasından yargılananlar ile KCK davasından yargılananlar çarpıştırılmayacaklardı. Ve doğal olarak ülke kaosa sürüklenmeyecekti toplum olarak huzursuzluklar yaşamayacaktı!
Yemin konusuna gelince bence CHP tutuklulukları devam eden 8 vekil için protesto çok yerinde bir karardı! Aynı karar MHP’nin de uymasını isterdim. Ancak böyle bir durum hasıl olduğunda Sayın Başbakan milletin önüne çıkıp cama bakarak “ben bunlar için ruh üçüzü dememiş miydim” diyerek kendi yaptıkları haksızlıkları ört bas edecekti! MHP’yi değişik badirelerden kurtaran Genel Başkan Sayın Devlet Bahçeli yerinde bir kararla iktidarın bu hamlesini boşa çıkarmıştır.
Aynı iktidar, Bebek Katili Abdullah Öcalan’ın yeni oluşacak Anayasa ile ilgili üç madde üzerinde anlaştıklarını ifade ederken haberin çıktığı günden bugüne AKP’den hiçbir yetkili bu konuda açıklama yapmamasını ben manidar buluyorum. Zira Sayın Bahçeli’nin “Devletin İmralı ile görüşüyor” açıklamasının ardından Sayın Başbakan bunu söyleyenleri ispata davet ederken de edemedikleri takdirde “şerefsidir, namerttir” ifadeleri ile tepkisini göstermişti. Daha sonra ise Abdullah Öcalan bu görüşmelerin yetkililerin bilgisi dahilinde yapılmıştır ifadesi sonucunda ise İktidar, Bebek Katili’nin “Üç Maddede anlaştık” beyanında olduğu gibi sus pus olmuştur.
Son haftaya damgasını vuran ve ikisinde de “fener” olan iki dava var. Biri Alman makamlarınca suç unsuru bulunmuş ve yapanlar hakkında mahkumiyet çıkmış “Deniz Feneri” davasının Türkiye ayağı da karınca misali 1000 gün sonra nihayet düğmeye basılmış ve farklı bir soruşturma üslubu ile başlamıştır. Soruşturma adeta sanıkların Limuzin konforunda basından ve medyadan uzak bir şekilde yapılmaktadır. Diğeri ise Şike iddiası ile çoğunluğunu “Fenerbahçe” yönetici ve futbolcularını oluşturan ve bir medya-basın ordusu ile başlayan dava var. İçlerinde Fenerbahçe yöneticilerinin de olduğu tutuklamalar jet hızı ile devam ederken “Deniz Feneri” davası açılışı gibi savcılık sorgulaması da karınca hızı ile devam etmektedir. Halk dilinde “Küçük hırsızlar el feneri, Büyük hırsızlar Deniz Feneri” kullanması lazım derken buna bir üçüncü eklemede “Şike yapılırken de Fener kullanın” olmalıdır. Yukarıda da dediğimiz gibi burası Türkiye ve yıllardır ezen değişti ancak ezilen hiçbir zaman değişmedi ve ezilen hep gariban, sahipsiz ve de torpili olmayan vatandaş olmuştur.
Çalıştığım kurumda Kalecikli bir arkadaşım var ve ben bildim bileli anlaşamadığı eşinden boşanmaya çalışıyor. Bizim Şerafettin’in bir kızı vardı okula başladı nerdeyse liseyi bitirecek! Ancak geçtiğimiz hafta Milli Eğitim eski Bakanı Nimet Çubukçu müracaat dosyasını açtıktan 2 saat sonra yanlış okumadınız 2 saat sonra boşanmış ve Nimet Barış olmuştur. Bizim Şerafettin yaklaşık 9 senedir boşanmaya çalışırken iş Bakan olunca bizim bağımsız yargı 2 saatte polaroid ( şipşak ) resim çeker gibi boşanmayı gerçekleştirmişlerdir. Ne diyelim bizim Şerafettin 9 yılda boşanamıyor ve daha hala boşanma davası devam ediyor! Bakana gelince de partisinin isminden olsa gerek adaletli bir şekilde 2 saatte sonuçlandırılmıştır. Sayın Bakanın “Barış” Soyadını bir an önce kullanmaya acelesi var her halde!
Geçmişte söylenenleri günümüzde hatırlatarak gelecekte ülkemizin çok da parlak günlerin beklemediğini dillendirmek istiyoruz. Okuma özürlü olmamız çoğu meseleleri çabuk unutmamız nedeni ile tarihe not düşmesine de vesile olacak bu konuları zaman zaman işleyeceğim. Yazılarımın altında yapılan yorumları her zaman dikkate almaktayım. Zira yapılan yorumlara kayıtsız kalmak kişinin kendisinin yetişmesine engeldir. Okurlarımızı kandırmak için köşe yazısı yazmıyoruz elbette ki ancak “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” ilkesi ile de “şeytan” olmamak için haksızlıkları zaman zaman her zaman dile getirmeyi de kendime görev edindim!
GSM : 0 542 610 40 40 ( Kırşehir Kırşehir) e-mail : maltiparmak40@mynet.com